Güncel Gürsel Artıktay
Araştırma Görevlisi, İstanbul Teknik Üniversitesi Müzikoloji Bölümü
Müzik nesillerin paylaştığı evrensel bir kavramdır ve insanlığın varoluşundan beri bireyin ya da toplumun önemli anlatım araçlarından biri olmuştur. Toplumlarda; dil, din, ırk, örf ve adetler gibi aktarıma bağlı gelenekler, o toplumun karakteristiğini çizer, ortak kültürünü ve yaşam bi-çimini oluşturur. Fakat müzik yaşayan bir kavram olarak piyasa şartlarından, mevcut sosyo-ekonomik durumlardan kendini soyutlayamaz.
Muhafazakârlık üzerine ya da herhangi bir sosyal olgu üzerine argüman üretmeye girişirken, düşünce nesnesi olarak müziği seçmek rasyonel bir hamledir (Rasyonelliğin açılımı yazının devamında). Müzik bilgi iletme araçlarından biridir, evrensel dil olmasa da bir dildir ve müzi-ğin yapıları; bir yandan toplumun/kavmin/milliyetin vs. “benlik” vasıflarını belki de diğer kül-türel ürünlerinden daha fazla destekleyip sergileyebilirken bir yandan da toplumu oluşturan bireylerin biricikliklerini de vurgulayabilme potansiyeline sahiptir. Bu bakımdan sorgularınız hakkında önemli ipuçları elde edebileceğiniz geniş bir veri sahasıdır.
Müziğin milli ya da etnik kimlik kazanması, varoluşunun dönüşümüdür ve araç olarak müzik; toplumsal ve bireysel bir var olma ve güç nesnesine dönüşmüştür. Peki, muhafazakârlığın bu güçle ilgisi nedir? Açıklamaya çalışalım.
Öncelikle muhafazakârlığın rasyonel olup olmadığını tartışmak istiyorum. Fakat yaygın bir hataya düşmemek adına tam da bu noktada rasyonellik mevzusunu “amaçta rasyonellik” ve “eylemde rasyonellik” olarak ayırmayı zorunlu buluyorum.
“Amaçta rasyonellik”, herhangi bir potansiyel eylemin sonucunu öngörmeyi sağlayan eleştirel düşüncedir. Dolayısıyla “amaç” belirlenirken rasyonel düşünmek, bilimsel bir düşünceyi gerek-tirir. Eylemde veya araç olarak rasyonel düşünce ise, bireyin sahip olduğu bilgiler kapsamında ve “amacı” doğrultusunda, doğru olması muhtemel hamleleri yapma girişimidir. Eylemde ras-yonellik faydacıdır ve gerçekleşebilmesi için bilimsel düşünceyi zorunlu kılmaz.
İnsan, içine doğduğu kültürün yapılandırdığı bir toplum ürünüdür. Kurulu düzende yaşamını sürdürebilmesi için gerekli bilgileri öğrenir, çevreye uyum sağlama adına öğrendiği bilgileri kullanır ve aynı zamanda da öğrendiği aktarma yollarıyla da bunu sonraki nesillere aktarıp de-vamlılığını sağlar. Fakat kültür kendiliğinden var olan, geçmiş ve gelecekle herhangi bir bağ-lantısı olmayan bağımsız bir yapı değildir. Tam aksine öğrenilen ve kuşaklar boyu aktarılan kültürel bilgi arşivleri, nesiller boyunca bilişsel ve çevresel sınırlar içinde gelişim yat-kınlıklarımızı belirleyen genetik dışı bilgi sistemleridir ve kümülatif olarak ilerler.
Gelenekler toplamı olan kültürün bilgisi, o bilgiye sahip olan -çoğunlukla muhafazakar düşünceyi benimseyen- insanlar tarafından mutlak ve değişmez kabul edilir. Bu anlayış kapsamında mutlak bilginin var olduğu savunulur ve insana, topluma ve kültüre dair özcü bir yaklaşım sergilenir. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü muhtemelen her rasyonel varlık; en çok bilgi sahibi olduğu alanın bilgilerini korumaya çalışacaktır ve o bilgileri saflıkla (otantiklik-le) kutsayacaktır. Çünkü bu müziğin değişmesi; kendi iletişimini rahatça sağladığı, bilgi sahibi olduğu güvenli alanın yok olması anlamına gelmektedir. Müzik muhafazakârları, kendi müzik-lerinin saflığının değil kendi anladığı/anlayabildiği ve anlam verebildiği halinin peşindedir.
Fayda penceresinden baktığımızda da gelenekçi bir toplumda gelenek söyleminden ve hazır değerler sisteminden yararlanmak, her zaman yeni bir şey üretmeye, söylemeye ve eylemeye nazaran çok daha az emekle çok daha yüksek statü vaat etmektedir. Dolayısıyla “gelenek mu-hafazası” faydacı bir eylemdir ve nesiller boyu aktarılması bu vesileyle bir hayli kolaydır.
Fakat bu girişimler, amaç bağlamında rasyonel midir ona bakalım. İletişim sınırlarının kalktığı dünyada artık değişme ve dönüşme kaçınılmazdır. Aslında bu değişim süreğen bir durumdur. Müzik canlı bir yapıdır ve sürekli olarak çevresiyle etkileşim halindedir dolayısıyla kültürel asimilasyonlara tarihin her döneminde rastlanmaktadır. Türkiye özelinde “Modernleşme”, “Çağdaşlaşma” veya “Batılılaşma” gibi başlıklar altında yapılan çözümlemeler, bu asimilasyon-ların öyküsüdür.
Geleneğe, bilgi aktarımı temelinde yaklaşıldığında, kavramı değişmeden muhafaza etme giri-şimleri anlamsız bir çabaya dönüşmektedir. Muhafazakâr toplumlarda geleneğin muhafazası bir erdem gibi görülse de, esasen geleneğin de çekirdeğinde çevreye uyumlu seçimler ve sürek-li bir değişim bulunmaktadır. Çünkü bilgiler kaçınılmaz bir değişime tabidirler, bu da katı ge-leneklerin devamlılığını imkânsız hale getirir. Yani toplumsal sözleşmeler de sürekli güncel-lenmektedir. Bu minvalde değişme bozulma mıdır, her değişme bozulma değilse, bozulma tam olarak nerede, hangi noktada başlamaktadır, hangi müziği, neden korumak zorundayız gibi soruları tekrar sormak durumundayız.
Gelelim eylemlerin rasyonelliği konusuna. Yine Türkiye özelinde düşünürsek, ezici çoğunlu-ğun İslam dinine mensup olduğu bu topraklarda, geleneksel müzik muhafazakarlığının beslen-diği en önemli organize kaynaklardan biri tekkelerdir. Tekkeler, aralarında güçlü bir din bağı bulunan insanların, ritüeller vasıtasıyla geleneklerini sürdürebildiği mekanlardır. Üzerinde yük-seldiği din kavramından aldığı dogmatik güçle, dinamikleri kolay kolay değişmeyen yapılardır. Ritüelleri içine gömülü müzik de bu göreli dokunulmazlığa tabidir. Dolayısıyla tekke oluşumu, bir bütün olarak müziğin değişmeden (ya da olabilecek en az değişiklikle) aktarılabilmesi için uygun ve rasyonel sistemlerdir.
Bir diğer organize yapı ise, devlet kontrolündeki geleneksel müzik konservatuvarlarıdır. Eti-molojik köken itibariyle de “korumak, muhafaza etmek” anlamlarına dayanan konservatuvar-lar, geleneksel müziğin eğitimi ve öğretimi yoluyla sistematik bir varoluş mücadelesi içine dahil olmaktadırlar. Bu kurumlarda geleneksel müziğin aktarılması için ideal bir eğitimin verildiğini varsayarsak, geleneğin nesiller arası geçişinde asgari hatayı/veri kaybını yaşayacağı sistem kon-servatuvarlardır. Fakat dediğimiz gibi bu bir idealdir yani bütün şartların optimum olduğunu düşündüğümüz zemindir. Eğitimin niteliği hakkındaki ön kabullerimiz doğru değilse, kurumla-rın kimlikleri itibariyle bir paradigma çıkmazı içinde oldukları da açıktır.
Amaç-eylem ikiliğinden yola çıkarak muhafazakârlığın aslında “eylemde rasyonel” fakat “amaçta irrasyonel” olduğu sonucuna varıyorum ve yazımın sonunu Bertrand Russell’dan bir alıntıyla bitirmek istiyorum;
“Rasyonelliğin kuramsal yanı; olgulara ilişkin kanılarımızı özlemlere, önyargılara, geleneklere değil kanıtlara dayandırmaktan ibarettir.”
Yazar Tanıtım
Lisans eğitimini Alternatif Rock, Yüksek Lisans eğitimini de film müzikleri üzerine yaptığı tez çalışmalarıyla tamamlamıştır. Halen evrimsel müzikoloji üzerine doktora tezi çalışmalarına de-vam etmektedir. Çalışma konuları arasında evrimsel müzikoloji, film müzikleri, bilim felsefesi, epistemoloji, müzik felsefesi ve din felsefesi bulunmaktadır.